2022 yılı geride kalırken dünya ve Türkiye’de gelişen olaylar, ortaya çıkan olgular 21. yüzyılın emperyalist güçler tarafından dünyanın yeniden ve yeniden paylaşılması kapışmasına sahne olacağı görünüyor. Birinci ve İkinci Dünya Savaşlarına yol açan emperyalist paylaşım ve rekabet kapitalizmin içkin özelliğidir ve devam etmektedir. Sosyalist ve demokratik ülkelerde kapitalizme dönüşlerin gerçekleştiği Gorbaçov tarafından resmi olarak 1991 yılında deklere edildikten sonra dünya tekelci burjuvazisi ezilen uluslar ve halklara “özgürlükçü modern bir yaşam ve savaşların son bulduğu bir dünya” vaatleriyle müjdeler sunmuştu. Aynı paralelde komünizmin teorik-ideolojik birikimine, muazzam deneyimlerine karşı amansız ideolojik saldırı savaşı yürütüldü. Bütün argümanlar sahaya sürüldü ve burjuvazinin yedek güçleri tasfiyeci reformistler, sosyalizm kılığına girmiş her türden oportünistler bir seferberlik halinde saldırıya geçmişlerdi. Komünizme saldırı ulusal ölçekte değil, uluslararası nitelikte idi. Burjuvaziye göre “komünizm ölmüştü”. Oysa ne komünizm ölmüştü, nede sınıf savaşımı son bulmuştu ve nede emperyalizmin savaş demek olan karakteri geride kalmıştı. Nitekim dünya ulusları ve halklarının bir arada ve kardeşçe yaşaması emperyalizm egemenliğinde olanaksız olduğu her yanımızı saran savaş ve işgallerden görülebilinir. Pompalanan büyük yalan ve çarpıtmalara dayalı ideolojik saldırıların her türü, kapitalist ülkelerin eşitsiz gelişme yasasına bağlı savaş ve çatışma doğuran engellenemez niteliği, emperyalist-kapitalist ülkeler arasında keskinleşen rekabet ve çelişmelerin şiddetlenmesiyle tuz buz oldu.
Kapitalizmin en yüksek aşaması emperyalizmin savaşların kaçınılmazlığı gerçeği kesintisiz sürmektedir. Büyük çaplı üretim ve sermayenin yoğunlaşması-merkezileşmesiyle oluşan tekellerin peşi sıra banka ve sanayi sermayesinin iç içe geçerek mali sermayeyi oluşturduğu ve sermaye ihracının uluslararası alanda etkili hale gelmesi, daralan pazar gerçekliği karşısında büyük kapitalist güçler arasında dünyanın yeniden paylaşılmasının savaş yoluyla gerçekleştiği bilinmektedir. Sanayi ve büyük sermayenin yoğunlaşması, sınırlı pazar ölçeği ile sınırı yokmuş gibi devam eden üretim anarşisi karşıtlığında kapitalist tekeller arasındaki rekabet yıkıcı hal alır. Kapitalist ülkelerin eşitsiz ve sıçramalı gelişme yasası ve buna bağlı hal ve şartlar ekonomik ve siyasi olarak kapitalistler tarafından mutlak denetim altına alınmış toplumlar savaşlara doğru sürüklenir. Kapitalistler pazar paylarını ve kâr oranlarını sürekli büyütmek için enerjiden gıdaya, ilaçtan otomobile, demir çelikten tarım ürünlerine, ulaşımdan, iletişim ve bilgisayar teknolojisine, askeri sanayiden uzay teknolojisine tüm üretim ve ticari dolaşım ağları üzerinde görülmedik düzeyde denetim kurma kapışmasında rekabet etmektedirler. Bu aynı zamanda emperyalist ülkelerin yarı-sömürge ülkeler ve görece zayıf tüm kapitalist ülkelerin pazarları üzerinde rekabet ve kapışma sonucu doğurduğundan emperyalist ülkeler ile yarı-sömürge ülkeler ve baskı altında olan kapitalist bağımlı ülkeler arasındaki çelişmeleri şiddetlendirmektedir.
Dünya kapitalizmi 20. yüzyılın başında tekelci aşamaya ulaştıktan sonra dünyanın tümüne egemen olma rekabeti içindeki kapitalist tekeller en kanlı savaşlarla dünya halklarını ve uluslarından milyonlarca insanı yok ettiler. Bölüşülmeyen toprak parçası kalmadı. Emperyalizm dün olduğu gibi bugün çok daha gelişmiş ve çürümüş biçimi ve özüyle yeniden pazarları paylaşmak rekabetinde işçi sınıfına ve tüm emekçi halklara daha ağır sömürü, baskı-zulüm, faşizm ve savaş getiriyor. Açlık ve sefalet dünyada artıyor. Kapitalist sistem tarafından sunulan tek “çözüm” ise savaştır. Buda demokrasinin dışlanması, uluslar arasında düşmanlık, amansız bir baskı ve faşizmin yükselmesi demektir. Toplumsal yıkım, kaos, işsizlik, uluslararası ölçekte kitlesel göç dalgaları, çaresizlik, tarifsiz acılar dolu yaşam şartlarının yaratılması demektir.
O halde emperyalist kapitalizmden dünyaya kötülük, savaş ve ölüm yayılıyor, iyilik, özgürlük ve barış değil. Devrimci proletarya kapitalizmi ortadan kaldırmadıkça insanlık kapitalizmin yıkıcı sonuçlarından kurtulamayacaktır. Bu nedenle yorumlamak yetmez sınıf mücadelesinin yükseltilmesi gerekmektedir.
Birlik ve Uzlaşma İkincil Çatışma ve Kaos Esas Yöndür
Sovyetler Birliğine karşı dünya emperyalist güçlerin ABD öncülüğünde oluşturdukları askeri saldırı örgütü NATO, ekonomik ve siyasi olarak aynı paralelde AB, daha sonra kurulan ŞANGHAY vb. vd. örgütlenmeler emperyalist dünyada uzlaşma, birlik görüntüsüyle sunulsa da çatışma ve rekabet denklemi canlılığını korudu. Emperyalist ülkelerin kendi arasındaki çelişkiler keza yarı-sömürge ülkeler ile emperyalistler arasındaki çelişkiler varlığını koruduğu gibi yer yer fiili savaşlar yaşandı. Bu çelişkiler ortadan kalkmadı, bilakis daha da şiddetlendi. Olgular ve verili durum ülke ve bölge ölçekli çatışma ve savaşların seyrinin daha geniş ve genel büyük savaşlara doğru ilerlediği tespiti ve öngörüsünü doğurmaktadır.
1990’lı yıllarda Yugoslavya, 2000’li yılların başında Afganistan’dan başlatılıp Irak’a uzanan ve Somali, Sudan, Yemen, Suriye, Libya’dan Ukrayna’ya varan ve daha da çemberin genişleyeceği açık olan savaş politikasının jeopolitik denklemi siyasi, ekonomik, askeri boyutlarıyla emperyalist güçlerin debelendikleri kriz sarmalında karşılıklı savaş hamlelerini gözler önüne sermiştir. Güçsüz, bağımlı ülkeleri yıkan, perişan eden emperyalistler arası paylaşım savaşı ve pozisyon almalar savaşların Afrika, Ortadoğu, Kafkasya, Doğu Avrupa’yı kapsayan genişlikte olması gerçeği ve açıklanan stratejik belirlemeler önümüzdeki sürecin oldukça tehlikeli ve yıkıcı yöne doğru ilerlediğini göstermektedir. Mevcut durumda işgal edilen, yada savaşın sürdüğü ülkeler pazarları üzerinde emperyalist savaşın tarafları durumunda olmalarına rağmen doğrudan birbirleriyle çatışmamaları nedeniyle savaş doğrudan emperyalist ülkeleri -ekonomik, siyasi etkileri dışında- etkilemezken savaşın sürdüğü ülkeleri adeta bitirmekte, yutmaktadır.
Liderliği Kaybetme Tehlikesi ABD Emperyalizmini Dahada Saldırganlaştırıyor
Yükselen yeni güçler karşısında kapitalist dünya liderliği tehlikeye giren ABD emperyalizmi savaşı yaygınlaştırıyor. Jeo Biden Ekim ayının son haftasında Ulusal Strateji Belgesi ve bir hafta sonrasında 4 Kasım 2022 tarihinde Savunma Bakanlığının (Pentagon) yayınladığı Ulusal Savunma Stratejisi Belgesi’nin içerdiği yeni yol haritasında Rusya “acil tehdit”, Çin ise “jeopolitik meydan okuyucu” olarak tarif edilmektedir. Yani ABD’nin liderlik edeceği kampın düşmanları belli. Ekonomik, mali ve teknolojik olarak gelişen ve büyüyen Çin’in yayılarak hakimiyet alanını genişletmesi ve pazarın eski hakimlerinin tahtını sarsması en başta ABD’ni endişelendirmektedir. Halkımızın deyişiyle, korkunun ecele faydası olmadığı açık. Asya, Afrika, Güney Amerika, Kıta Avrupa’ya kadar Çin yükselen bir dünya gücüdür. ABD kendisi için ekonomik açıdan değişen güç dengelerini ölümcül riskler olarak görmekte, Çin’in yayılmasını engellemek için elinden geldiğini yapmakta, Hind-Pasifik’te önleyici anlamda özel ağırlık vermektedir. Çin’in “bir kuşak bir yol” dünyayı saran ekonomik ticari yatırımının güzergahında ABD savaş çıkarmakta, istikrarsızlık yaymakta ve engeller oluşturmaktadır. Doğrudan Çin savaşla tehdit edilmektedir.
ABD saldırganlaşıyor çünkü, 1945 sonrası kurulan ekonomik, siyasi dünya düzen dengesi değişmiştir. Eskiden komünizm cephesinin belirleyici ülkeleri Rusya ve Çin günümüzün emperyalist güçleridir. 1900 ile 1990 yılları arasında dünyada toplam mal ve hizmet üretiminin yüzde 75 ile 80’ini Amerika ve Avrupa ülkeleri yapmaktaydı. Bu mal ve hizmet üretiminde esas pay Amerika’nındı. Fakat bu oran 2010’lu yıllarda yüzde 50 oranına indi ve dünya mal ve hizmet üretiminde Amerika’ya yüzde 25, Avrupa yüzde 25 paya sahipken, Japonya’nın payıda yüzde 25 seviyesine çıkmıştı. Mevcut gelişmeler bu oranların dahada düşmeye devam edeceğini göstermektedir. 1980 yılında Çin’in dünya ekonomisindeki payı 1,5 civarındaydı, eşitsiz ve sıçramalı gelişme gösteren Çin dünya ekonomisindeki payı yüzde 20’lere dayanmış ve ABD’yi sollayacağına kesin gözüyle bakılmaktadır. Satın alma gücü bakımından dünyanın birinci ekonomisi. ABD’nin en fazla borçlu olduğu ülke ise Çin’dir. Ayrıca 5 trilyon dolar civarında para rezervi var. Üstelik ABD, Avrupa, Japonya’dan daha yüksek oranlarda ekonomik büyümesi devam etmektedir. İşte yükselen yeni emperyalist güçlere karşı eski lider ülkelerin savaş silahına sarılmasının ekonomik temeli budur.
Olduğundan önemsiz gösterilmeye yarayan “bölge gücü” tariflemesiyle Rusya’ya karşı ABD öncülüğünde NATO konseptiyle İskandinav ülkeleri, İsveç, Finlandiya, Litvanya, Estonya, Letonya yanısıra ve doğu Avrupa’da Polonya, Ukrayna, Moldova, Romanya, Bulgaristan, Yunanistan, Gürcistan başta olmak üzere Kafkasya’da ve Orta Asya ülkelerinde çeşitli hamleler ile yürütülen kuşatma stratejisi Ukrayna’da savaşa dönüşmüştür. Rusya Ukrayna’yı işgal etmiştir. 2014 yılından beri savaşın aldığı boyut ABD, İngiltere, AB’nin diğer emperyalist güçlerinin amaç ve hedeflerini gözler önüne sermektedir. Ayrıca ABD’nin liderlik hırsı ve pazar çıkarları ve onunla birlikte görünen diğer emperyalist güçlerin çıkarlarının ortaklaştığı sınırın nerede biteceği, ne zaman karşı karşıya gelecekleri, güç dengelerinin nasıl şekilleneceğine bağlıdır. Bu nedenle net belirlemeler yapılamaz, ancak mevcut savaşların genişleyen çemberi daha büyük savaşla, bir dünya savaşına giden yolun taşlarının döşenmesi anlamına geldiğini mevcut veriler fazlasıyla açıklamaktadır.
“Çin’i frenlemek” ve Rusya’yı kuşatarak çeşitli savaş ve ambargolarla yıpratmak, zayıf düşürmek ve dünya gücü pozisyonunu korumak için elindeki araçları kullanan ABD için gelecek yıllar kritik önemdedir. Dünya liderliğine yönelik karşı gelişmelerin hedef alınacağı resmi olarak deklere edilmiştir. Bunun anlamı “ABD olarak egemenliğimi sürdüreceğim ve savaşın her türüne baş vururum” meydan okumasıdır. ABD dışişleri bakanının “ABD’nin lider olmadığı dünyada kaos ve kargaşa olur, Çin ve Rusya gelir, onun için Amerika lider kalmalı” açıklaması kapitalist dünyanın çok daha karmaşık ve fiili savaş haline gebe olduğunu göstermektedir.
ABD’nin strateji belgelerinden yansıyan bir başka husus yarı-sömürge ülkelere ve kıta Avrupa ülkelerindeki müttefiklerine “benimle kalmaya mecbursun” basıncını uygulayarak kendisiyle birlikte hareket etmeye zorluyor ve mevcutta bu isteğini büyük ölçüde başarmış görünüyor. Fakat onunla kalmaya mecbur edilenler de ondan ayrılma potansiyeli sürekli büyüyor. ABD ile müttefikleri arasındaki çelişkilerde artmaya devam ediyor. Ayrıca yarı-sömürge ülkelerin bir kısmına bile söz dinletmekte zorlanan ABD’nin dayandığı zemin zayıflamaya devam edecektir. Ülkeler özgülünde farklı gelişmeler, karşılıklı keskin rekabet ve yapılan ekonomik, askeri, siyasi hamlelerin bütünü en uyumlu görünen emperyalist bloklar arasında bile göze çarpan bir uyumsuzluk vardır. Çünkü güç dengeleri ve çıkarlar aynı denklemde ve aynı düzeyde değildir. ABD merkezli Rusya karşıtı hamlelerin sonuçları Almanya, Fransa, İtalya’da AB’nin tümünde aleyhte sonuçlar doğurabilmektedir. Ayrıca Çin ve Rusya’nın çok yönlü etki güçleri artmıştır ve bu durumu görmezden gelenlerin hamleleri tereddütsüz olarak karşı hamlelerle yanıtlanmaktadır. Sadece Ukrayna savaşıyla yaşanan enerji krizi, gıda krizi ve kaosu arttıran, toplumsal çelişmeleri derinleştiren ekonomik ve siyasi etkileri yeni dönemde kurulacak güç dengeleri konusunda emareler sunuyor.
“Demokrasi Sembolü” Denilen AB, ABD’nin Savaş ve İşgal Politikasının Ortağı
AB ayrı bir güç olma pozisyonunu yansıtsa da etkisi altında olduğu ABD’ye yedeklenmiş durumda ve Çin, Rusya tarafına karşı pozisyon almış vaziyette. Üçüncü dünya savaşını içinde barındıran bir kapışma söz konusudur. Fakat AB çeşitli ülkelerinden oluşan bir birliktir ve kendi içinde çelişen çıkarlar alenidir. Bir yandan ABD ile ters düşmek istenmiyor, öbür yandan bağımsız hareket etme yolunu açmaya çalışıyor. ABD’nin gölgesinden kurtulmadan, Rusya ve Çin ile olan ekonomik, ticari ve enerji başta olmak üzere ilişkilerini koruma eğilimini gösteriyor. Başta Almanya, AB ülkeleri enerjide Rusya’ya bağımlıdır ve enerji krizi Avrupa’da iç sıkıntıyı arttırmıştır. Ukrayna savaş sahasında Rusya’ya karşı ABD’nin yanında de-facto tutum alan AB’nde ekonomik ve siyasi kriz büyümüştür. Çin’in Avrupa pazarındaki ticari ve ekonomik etki gücü, Rusya’nın enerji gücü ve gelişmiş askeri seviyenin hissedilen tehdidi sadece burjuva sınıfın arasındaki çelişkileri şiddetlendirmekle sınırlı kalmadı, yükselen enflasyon ve kötüleşen yaşam şartları işçi sınıfının kapitalistlere karşı mücadelesini güçlendiren sonuçlara yol açtı. Bu durum hegoman Avrupa güçlerini hem saldırganlaştırıyor hemde paylaşımda payı alma yarışında yeni arayışlara zorluyor. İngiltere saldırgan ve savaştan yana politika izliyor. Almanya 250 milyar evro gibi dev bütçeyi askeri alana ayırarak yeniden bir ve ikinci dünya savaşında olduğu gibi askeri bir güç olarak yerini almak istiyorken, AB’ne liderlik etmek meselesinde rekabet halinde olduğu Fransa’yı ürkütmeden yol almak istiyor. Daha itidalli görüntü sunsa da Fransa’da saldırganlık ve savaş politikasında İngiltere’den aşağı kalmıyor.
Aralarındaki rekabete rağmen AB’nde Almanya ile Fransa ikilisi öncülüğünde “üçüncü bir merkez, AB ordusu” gibi ayrı bir askeri güç oluşturma girişimi devam etmektedir. Ancak A.B üyesi çoğu ülkeler üzerinde ABD’nin etkisi ve bu bağımlılık çerçevesi dışına çıkma gücü taşımamaları AB ülkelerini askeri bir güç merkezi olarak birleştirmesi pekte kolay olmadığı yansımaktadır. Süreç bu cephede de karmaşık ve çelişkilerle doludur. ABD-İngiltere savaş siyasetiyle ortaklaşan A.B ülkelerinde halk kitlelerinin öfkesi büyümektedir. Almanya ile Fransa arasındaki liderlik yarışı artacak ve sertleşecek. Almanya’nın askeri niteliğinin daha öne çıkacağı süreç işlemektedir. Dengeler yeniden kurulduğunda kimin ne yapacağı, hangi güç merkezine kayacağı kestirilemez. Güç ve çıkarlar denklemi emperyalist ülkeler arasında çelişkilerin alacağı boyutla belirlenecek.
Ukrayna’nın Rusya işgaliyle birlikte AB ülkelerinin Rusya’ya olan enerji bağımlılığının can alıcı boyutta olduğu gerçeğini yüzeye çıkardı. ABD’nin basıncına rağmen zorlu virajlardan geçerek çıkış aramak zorunda kalan Almanya’nın “kendi menfaatleri doğrultusunda hareket edeceklerini” belirten Çin ziyaretine çıkarma yapması fay hatlarında oynama yarattı ve süreci hareketlendirdi. Almanya ile Çin arasında yakınlaşma savaş ve savaş tehditleri atmosferi ortasında gelişmesi çarpıcı etki yarattı. Daha da çarpıcı olan Almanya Ekim sonunda Hamburg limanının %24.9’unu Çin’e sattı. Bu satın alma Almanya’da egemenlik tartışmalarına yol açtı. Hemen ardından 04 Kasım 2022 tarihinde Almanya başbakanı Scholz Pekin’e çıkarma yaptı. Bu ziyarette Almanya’nın yeni Çin politikasını açıklayan Scholz, ÇKP’nin 20. kongresinde çıkan yeni kararlar paralelinde Çin ile ilişkilerin değiştirileceğini deklere etti. Ne olursa olsun uykusundan uyanan ve emperyalistleşen Çin, sömürgeciliğin merkezi Avrupa’nın limanlarına demir attı. Daha önce Yunanistan’ın Pire limanını 14.5 milyar dolara Çin satın almıştı.
Scholz Çin’e gitmeden Fransa cumhurbaşkanı Emmanuel Macron başta olmak üzere Avrupalı ortaklarıyla ve Transatlantik dostlarıyla da temaslar gerçekleştirdiği ve koordine içinde olduklarını açıkladı. Bu görüşme ile Kıta Avrupalı ortaklarının Çin’e yönelik politikalarında değişiklikle bütünleşirse başarılı olabileceği ve başka seçeneklerinin çıkarlarına yeterince cevap olmadığı itiraf edilmiş oldu. Almanya’nın ikili bir yol haritası karşımıza çıkıyor. Birincisi; Almanya askeri olarakta yeniden sahneye çıkıp “ben varım” ve savaşlarda bir taraf olarak yerimi alacağım. İkincisi ise; üretim fazlası veren güçlü ekonomik avantajını büyütmek ve askeri güçle birleştirmek. 2010 yılında Alman cumhurbaşkanı Horst Köhler Afganistan’daki Alman askerlerini ziyaretten dönerken yapılan söyleşide, “acil durumda çıkarlarınızı korumak, örneğin serbest ticaret yollarını korumak…hammaddeleri güvenceye alma” şeklinde belirttiği gibi, saldırı politikasını uygulayacak askeri gücün amaçlarına uygun hale getirilmesi süreci dünden bugüne hızlanmıştır. “Çekimser kalma” görüntüdür, gerçekte Almanya ABD’nin çıkardığı savaşların destekçisi ve katılımcısıdır. Hitler faşizminin yenilgisinden sonra silahsızlandırılan Almanya henüz 2. Dünya Savaşı yükümlülüklerinden tümüyle kurtulmuş değil. Başından beri Almanya, Fransa, İngiltere Ukrayna savaşının içindedir. Rusya’nın Ukrayna işgalinden sonra Rusya’ya karşı 40’tan fazla ülke ABD’nin Avrupa’daki en büyük askeri üssü olan Almanya’daki Ramstein üssünde “Avrupa’da yeni bir güvenlik dizaynı” vurgularıyla NATO ülkesi savunma bakanları toplanmıştı. (Nisan 2022) Sonuç neydi? Daha fazla silahlanma, tehdit ve Ukrayna’yı savaş yoluyla kendi çıkarları uğruna bitirme. Fakat işler istendiği gibi yürümüyor. Almanya ve Fransa bir yandan savaş sahasında ABD ile kol kola girerken, Avrupa merkezli bir güç olma istekleri yanısıra, Çin ve Rusya blokuyla “savaşsız” ticari, ekonomik -üstelik Rusya’ya ambargo uygulayarak- siyasi ilişkilerini geliştirme gibi karmaşık politika yürüttükleri görüşmektedir. Kapitalizm dünyasına istikrardan ziyade dengesizlik, kaos ve kriz hakimdir. Biçimsel “uzlaşma” politikaları olsa bile mevcut denklemlerin değişeceği, yeni dengeleri doğuracak birleşme ve parçalanmaların olacağı şartlar mevcuttur ve savaş esas akımdır.
Yeni Bir Paylaşım Düzeni İçin Rekabet ve Savaş
V. Putin Ukrayna işgalinin gerekçelerini, Rusya’nın çizilen dünya haritasını ve jeopolitik durumu değiştirecek güçte olduklarını, dünyayı aralarında paylaşan ABD, Almanya, Fransa, İngiltere, İtalya, Hollanda, Japonya ve diğer emperyalist güçlere meydan okuyarak, Sovyetler Birliği kapsamında yer almış ama kopmuş ülkeleri Rusya’nın egemenliği altına alma ve bu egemenliği bozmaya yönelik her tehdidin karşısında duracaklarını deklere etti. Putin 2. Dünya Savaşı sonrası kurulan güç dengelerinin yıkıldığını, denklemin bozulduğu, kapitalizm kampında emperyalist bir güç olarak yerlerini alıp sağlamlaştırmanın savaşsız olmayacağını biliyordu. Sosyalizmin toplumsal birikimlerini özel sermayesine dönüştüren Rus burjuvazisinin güçlü yayılma ve büyüme hırsı meydan okuyucu karakterde. Burjuvazi dünyaya barış vaat ediyordu, ama her yanı savaş sardı. “Yeni bir dünya düzeni, sınıf çatışmalarının ve savaşların bittiği, iki kutuplu dünyanın yıkıldığı ve sonsuz barış döneminin başladığı” vb. yalanların gırla sıralandığı 1990’lı yıllardan bu yana işin özünün hiçte böyle olmadığı anlaşıldı. Çünkü söylem ne olursa olsun emperyalizm savaşsız var olamaz. Ukrayna işgali sonrası Çin ve Rusya’nın yeni emperyalist güç odakları olarak karşı emperyalist güç odaklarına açıktan meydan okuyan açıklamaları dünya ulusları ve halklarını savaşlarla ve işgallerle büyük yıkımlara uğratacak emperyalist senaryoların bir kez daha açık şekilde görülmesine vesile oldular. Ve 2. Dünya Savaşı’ndan sonra ilk kez emperyalist ülkelerin yetkilileri tarafından bir 3. Dünya Savaşı ihtimalli açıktan dillendirildi. Rus dışişleri bakanı Sergey Lavrov Avrupa ülkelerini “nükleer çatışmayı hafife almamaları” konusunda uyarmakla kalmadı, Ukrayna’ya açık destek veren ABD ve Avrupa ülkelerine “yükselen tansiyon 3. dünya savaşı ihtimalini arttırıyor” (Nisan 2022) dedi. Çeşitli emperyalist ülkelerin yönetimlerinden savaş ihtimaline dair açıklamalarına bütün dünya şahit oldu.
Ukrayna işgali hemen öncesinde Putin ile ÇKP başkanı Şi Cinping görüşmesi sonrası yayınlanan ortak bildirgede “yeni bir döneme giren uluslararası ilişkiler ve sürdürülebilir küresel kalkınma” belirlemesiyle ortak ilkeler belirlenmiş ve duyurulmuştu. Bildiride “ABD’nin Asya-Pasifik bölgesiyle, Avrupa’da kara bazlı orta ve kısa menzilli füze yerleştirme planlarından vazgeçmeli” ve “NATO’nun daha fazla genişlemesine dur” deniliyordu. “Küresel kalkınma, barış ve istikrar” vb. kavramlar hangi kapitalist ülkeden gelirse gelsin bunlardan emperyalist burjuvazinin kalkınması, istikrarı, barışı, dünya halkları için ise yoksulluğa, sefalete, savaş ve istikrarsızlığa batırılması anlamına geldiği unutulmamalı.
Çin ve Rusya’yı “düşman” olarak ilan eden ve diğer emperyalist güçlerin çoğuna kabul ettiren ABD karşısında sinen, geri çekilen, zayıflayan değil, giderek güçlenen, etki alanlarını genişleten iki yeni emperyalist ülkenin hegemonya dayatan NATO bloğu karşısında meydan okudukları görülmektedir.
Rusya doğrudan; dolaylı olarakta Çin-Ortadoğu’nun yeniden dizayn ve yeni paylaşım projelerinde tek aktörün ABD’nin başını çektiği bloğun olmayacağını Suriye’de fiili askeri varlığıyla göstermiştir. İran’ıda yedekleyen Rusya ısrarlı hareket ederek Suriye’de ABD’nin esas hedeflerini bozdu ve Suriye’deki savaşın yanısıra Libya’da açılmış yeni savaş cephesine dahil olmuştur. Doğu Akdeniz, Eğe, Karadeniz’e uzanan tüm sorunlu alanlarda ve egemenlik kapışmasında Rusya ABD karşı karşıyadır. Türkiye ABD ve NATO ülkeleriyle çelişkiye sürükleyen boyutta Rusya tarafından etki altına alınmış S-400’leri satmıştır. Engelleme çabalarına rağmen Yunanistan, Suudi Arabistan, Hindistan, Pakistan’a silah, mühimmat yanısıra S-300 ile S-400 hava savunma sistemleri satışlarıyla Rusya, hem askeri sanayi alanında hemde rakip bir askeri güç olarak gerekli gördüğü sahalarda yerini alacağını somut olarak göstermiş oldu.
NATO’nun genişlemesi ve kendisine yönelik planlarına Rusya Ukrayna’yı işgal ederek yanıt verdi. “NATO’nun beyin ölümü gerçekleşti” diyen Macron’un “Avrupa ordusu kurma” isteği, yada ABD’nin oluşturmaya çalıştığı “Arap NATO’su” projesi hesaplarını karşılar mı gelişmeler gösterecektir. Ama Rusya ve Çin bloğuna karşı üstünlüğü kaybetmeme hamleleri yükselen güçleri durdurmaya yetmiyor. Rusya ve Çin dünya ekonomik, politik, siyasi ve ticari meseleleri “bizsiz bir sonuca bağlanamaz” diyorlar. Rusya’nın çevresindeki eski Sovyetler Birliği ülkeleri birer NATO ve ABD üssü haline getirilmiştir. Karadeniz’de ABD etki gücünü artırmak istiyor; Yunanistan’a askeri yığınak sürmektedir. Akdeniz ve Ege denizinin kontrolü, NATO’nun genişleme amacı ve hedefi Çin’i engellemek, Rusya’yı kuşatmak olduğuna göre Rusya kuşatmaya askeri gücüyle meydan okuyor, Çin’de engelleri kaldırma hamlelerine devam ediyor.
Sermaye Rezervi Büyüyen Çin’in Stratejik Hamleleri İpleri Geriyor
AND’nin son yıllarda hedefleri arasında ilk sıraya oturttuğu Çin’in stratejik “bir kuşak bir yol” haritası tarihin en büyük sermaye yarırımı olmasının yanında iplerin gerilmesine de yol açtı. Çin “küresel meydan okuyucu” ilan edildi, ticaret ambargoları dahil çeşitli tehdit unsurları devreye konuldu. Tüm bunlara rağmen Çin sakin ama yayılmacılıktaki ısrarını koruyarak ilerleyip büyümeye devam etti. Olgular engelleme ve tehditlerin pek işe yaramadığını gösteriyor. ÇKP’nin 20. kongresinde 3. kez başkan seçilen Şi Cinping “yeni dünya düzeni” stratejisine uygun iç ve dış yapısını yeni sürece göre şekillendirerek belirlediklerini amaç ve hedeflerine uygun hareket edeceklerini açıkladı. Çin yüksek teknoloji ürünleri de dahil emtiaları dünya pazarının her yerinde. ABD’nin “ulusal güvenlik endişesiyle Çinli Huawei, ZTE, Hikvision, Dahva ve Hytera teknoloji şirketlerinin “yeni iletişim ekipmanlarının” ithalatına ve bu ürünlerin ülkede satışını yasaklaması (Kasım 2022) çelişkilerin şiddetini açıklıyor. Asya, Avrupa, Afrika’yı kapsayan “kuşak-yol” projesi kapsamında ekonomik, siyasi, askeri, diplomatik girişimler yürütülürken, ABD Tayvan, Güney Çin denizi, Himalaya’lardaki itilaflı meseleleri Çin’e karşı kullanma peşindedir. Japonya Çin’e karşı desteklenirken Asya-Pasifik’te gerilim tırmandırılmaktadır. Pekin ise “savaş ise savaş” durumuna hazır olduğunu açık ve net deklere etmiştir. ABD ve Batı Avrupalı ortakları Hindistan, Pakistan, Bangladeş, Myanmar, Tayland, Malezya, Endonezya, Filipinler ve Güney Kore’yi Çin’e karşı kullanmak, Asya’da istikrarsızlık yaratarak dengelerin bozulmasına yönelik girişimleri, Çin’in Asya pazarında tartışmasız artan ekonomik etkinliği karşısında başarı sağlayamıyor. Dünyada ekonomik ve siyasi durum Rusya ile Çin emperyalist blokunun, ABD, İngiltere ve AB dümenindeki emperyalistlerin blokuna karşı gücünü arttırmaya devam edeceğini gösterirken çelişkilerin çok daha şiddetleneceğini bize söylemektedir.
Karşıt Sınıflar Arasında Mücadele Zemini Güçleniyor
Emperyalist ülkelerin kendi arasındaki güç, paylaşım ve egemenlik çatışması kızışırken, bununla birlikte emperyalist ülkeler ile yarı-sömürge ülkeler, nispeten zayıf, bağımlı kapitalist ülkeler ile olan çelişkilerde şiddetlenmeye devam edecektir. Dünyadaki durum bu sorunlardan ibaret değil, esas olarak toplumların geleceğini belirleyecek önemde olan karşıt sınıflar arasındaki mücadelenin güçlenen devrimci nesnel koşullara dayalı olarak gelişme dinamiğinin yeniden açığa çıkmış olmasıdır. Objektif olarak nereye bakılırsa bakılsın, sınıf çelişkisinin açıkça şiddetlendiği göze çarpmaktadır. Emek sermaye çelişkisi, diğer ifadeyle proletarya ile burjuvazi sınıfları arasındaki çelişkisinin devrimci objektif koşulların güçlenen zemini üzerinde keskinleşmesi sınıflar arasında mücadelenin şiddetlenmesine yol açar. İzah etmeye çalıştığımız gibi emperyalist burjuvaziler dünyayı eskisi gibi yönetemiyor, ekonomik ve siyasi krizlerle boğuşmaktadırlar. Ekonomik krizler, savaş, işgaller, siyasi baskıların kurbanları ise evrensel işçi sınıfı, emekçi bütün halk kitleleri, ezilen mazlum uluslar ve bu ulusların ezilen halklarıdır. Bu anlamıyla sadece emperyalist burjuvazinin, emperyalist ülkeler arasındaki kapışmalar üzerinden değil, devrimci proletaryanın bakış açısından ezilen ve sömürülen kitlelerin durumuna bakılmalı ki kapitalizmin yıkıcı sonuçları ve bu yıkıcı sonuçlara karşı devrimci çözüm üreten sınıf mücadelesi hattında güçlerimizi birleştirmeyi başarabilelim. Daralan dünya pazarı ve şiddetlenen ABD-İngiltere, Japonya, AB kampı ile Çin Rusya kampı arasındaki rekabetin Afrika, Ortadoğu, Doğu Avrupa’da savaş biçimleri alması kapitalist dünyanın krizini derinleştirdiği gibi en gelişmiş emperyalist ülkelerden tutalımda yarı-sömürge ülkelere kadar her yerde işçi sınıfı ve bütün emekçi halk kitleleri olumsuz yönde etkilenmektedir. Burjuvazi çıkarı için savaş çıkarırken, bedelini her yerde işçi sınıfı ve halk kitleleri öder. Kapitalizmin üretim anarşisinin kaçınılmaz sonucu krizler ve genel bunalımları atlatmanın bir önlemi olarak savaşlara başvurulsa da savaşlar devrim doğurur. Savaş ve işgaller çözüm değil, sadece kapitalistlerin sonunu getirecek koşulları hazırlamaya yarar. Ukrayna savaşı sonrası enerji ve gıda krizi ve tedarik zincirinden kopmaların ekonomideki etkileri sonrasında Avrupa’da işçi sınıfının artan tepkisi ve büyüyen öfkesi artan kitlesel protestolardan görülmektedir. Halk kitleleri savaş istemiyor ve savaşta ısrar eden yönetimlerden hoşnutsuzdur. Kapitalist üretim biçimi ve siyasi düzeninden toplumsal sorunlara çözüm bulunamayacağının farkında olan ve sosyal sorunların gelişme dinamiklerini gözlemleyen çeşitli burjuva araştırmacılar “21. yüzyılın ayaklanmalar yüzyılı olacağı” tespitiyle emperyalist dünya burjuvazisini patlayacak işçi sınıfının devrimci fırtınası konusunda uyarılarda bulunmaktadırlar.
Eşitsizlik dünyada artmaktadır. K. Marks’ın öngördüğü biçimde servet ve sermaye az sayıdaki burjuvaların mülkiyetinde merkezileşmektedir. Bankaların, çeşitli kuruluşların dünya servet raporları işçi sınıfı ile kapitalistler sınıfı arasındaki eşitsizlik uçurumunu gözler önüne sermektedir. En üst binde birlik kesimde yer alan zenginler dünyadaki toplam servetin yüzde 20’sinden fazlasına sahiptir. Microsoft’un kurucusu Bill Gates’in serveti 1990’ların başında 4 milyar dolardı, 2014’te ise 400 milyar doların üstüne çıkmıştı ve ultra zenginlerin serveti benzer şekilde yüksek oranda artmış ve merkezileşmiştir. Fakat işçi sınıfının geliri aynı hızla artmamış, aksine toplam ulusal gelir içinde aldığı pay azalmıştır. Kitlelerin sırtına daha ağır vergiler yüklenmiş, 1920’lerden 21. yüzyıl boyunca bütün emperyalist ülkeler dahil dünyada devlet harcamalarında büyük artış olmuştur. Sermaye ve servet az sayıdaki burjuvazide merkezileşirken dünyanın en zengin emperyalist devletlerin borçları taşınamaz boyutta birikmiştir ve borçların yükü işçiler ve bütün emekçi kitlelerin sırtına yüklenmektedir. Özcesi dünya nüfusu ezilen ve sömürülen işçiler ve emekçilerin yoksulluğu ve sefaleti ile üretime el koyan bir avuç yüzde 10’luk sermayedar, hortumcu, hırsız, spekülatör kapitalist ve servet sahibi sınıflar arasında ayrılmıştır. Toplumun ezici çoğunluğunu oluşturan işçiler, bütün emekçi köylüler, halk kitleleri eşitsiz, adaletsiz, kölece bir yaşama mahkum edilirken, kapitalistlerde zenginlik birikmektedir. Dünyada dolar milyarderlerinin toplam serveti yarım yüzyılda 20 ile 30 kat arasında büyürken, işçi sınıfı her ülkede yarım yarım yüzyıl, hatta 10 yıl öncesine göre çok daha yoksullaşmış, ücretleri düşmüş, yaşam standartları aşağıya çekilmiştir. Demekki burjuvazinin kalemşörlerinin savunduğu “dengeli büyüme”nin aksine eşitsizliği büyüten işçi sınıfı zararına dengesiz büyüme vardır. 2000’li yıllarda sermayenin merkezileşmesi ve yoğunlaşmasında hızlanma ve artış dünyada büyük bir eşitsizlik gerçeğini gözler önüne sermiştir. Emek güçlerinin toplam ulusal gelirde aldıkları pay Türkiye’de nasılki son yıllarda yüzde 37 seviyesinden 25’lere indiyse, dünyada işçi sınıfının ulusal gelirde aldığı pay küçülürken kapitalist sınıfın payı artmaktadır. Birinin azalan ücreti, diğerinin artan kârı ve servetidir. En zengin %1’lik kapitalistlerin milli gelirdeki büyümenin yüzde 60’ını kasasına doldurması sadece ABD ile sınırlı değil, kapitalist ülkelerin tümünde benzer durum söz konusudur. Eşitsizlik büyüyüp derinleştiği için dünyada isyan dalgaları kapitalizmin kıyılarını dövüyor. Kapitalist sermaye mülkiyetinde aşırı yoğunlaşmanın yol açtığı derin sömürü ve eşitsizlik dünyasını temsil eden işçi sınıfının isyan dalgası büyümeye devam edecektir.
2010 yılında ABD’de “Occupy Wall Street” hareketi kapitalist sermayeye karşı yükselen kitlesel öfkenin dışa vurumuydu. 2011 yılında Afrika ve Ortadoğu’yu halk kitlelerinin isyan dalgası sardı. Son on yıl içinde, Brezilya, Arjantin, Kostarika, Peru, Kolombiya, Bolivya, Ekvator vd. Güney Amerika’da kitle hareketleri doğdu. 2013’te Türkiye’de Gezi halk hareketi aynı toplumsal hoşnutsuzlukların dışa vurumuydu. Orta Asya, eski Sovyetler Birliği ülkelerinde bir dizi kitlesel hareketler ortaya çıktı. Yıkıma uğrarılan Irak’ta halk özgürlük, eşitlik, adalet, daha insanca yaşam talebini eylemleriyle gösteriyor. Hindistan, Pakistan, Myanmar, Endonezya, Filipinler’de işçiler, emekçi köylülerin yükselip geri çekilen kitlesel tepkileri dünyada mevcut aynı sorunlara karşı mücadelenin birer özgül parçalarıdır.
İran islam cumhuriyetinde köleleştirilen kadının patlayan çığlığı Jin-Jiyan-Azadi -Kadın yaşam özgürlük- sloganıyla tüm ülkenin halk isyanına dönüştü. Cinsler arası eşitsizlik, din, erkek, muhafazakar ve gerici geleneksel toplumsal basının ve orta çağ şeriat hukukunun sonlandırılmasını başörtüleri ve kestikleri saçlarını havaya savuran, dans eden, kollarını cesaretle gerici rejimin zırhlı araçları ve namlularına karşı açarak meydan okuyan kadınların özgürlük çığlığının renk verdiği İran halk direnişi 2023 yılına demokrasinin mücadele ile kazanılması ısrarıyla girdi. Uluslararası işçi sınıfı hareketleri, dünya emekçi halkları İran halk direnişini canı gönülden destekledikleri gibi, mücadeleden güç aldılar. Devrimci İran halk kitleleri gerici İran molla islamcı faşist diktatörlüğü yıkacaktır.
Emperyalist ülkeler arası rekabet ve savaşın etkileri Ukrayna savaşının içinde olan Avrupa ülkelerinde görülmektedir. İngiltere, Almanya, Fransa başta olmak üzere Avrupa ülkelerinin tümünde pandemi süreci ve sonrasında Rusya’nın Ukrayna işgaliyle AB’nin Rusya’ya ambargosu gıda ve enerji krizleri Avrupa’da enerji ve gıda fiyatlarını tırmandırdı. Meta fiyatları arttı ve bütün halk kitleleri pahalılıktan yakınıyor. Elektrik faturasını ödemekte zorlananların oranı İngiltere’de bile yüzde 50’lere varmıştır. Yakın oranlarda emekçiler kiralarını ödemekte zorlanmaktadırlar. Avrupa’da ve ABD’de enflasyon son 75 yılın zirvesine çıkarak yüzde 10’a yaklaştı ve geçmeye başladı. Tedarik zincirlerinde aksamalar, belirsizlik, enerji fiyatlarında yükselme, gıda tedarik zincirlerinde kesintiler ve büyümeye devam eden ekonomik, siyasi krizler kaçınılmaz biçimde Avrupa’da işçi sınıfının kapitalistler sınıfına ve yönetimlerine karşı öfkesini büyüttü. Sonuç yoksulluk, zamlara karşı birçok ülkede kitlesel gösteriler gelişti…
Sınıf mücadelesinin açığa çıkma durumu ve gelişmesine karşı Avrupa, ABD emperyalist burjuvaziyi yeniden faşist akımları güçlendirme ve diriltmeye sevk ettiği görülmektedir. Keza milliyetçi, ırkçı, faşist yönetim biçimleri, yarı-sömürge ülkelerde faşist devlet diktatörlükleri de proleter sınıf mücadelesinin gelişmemesi için aynı amaçla desteklenmektedir. Fakat ne olursa olsun dünyada nesnel devrimci koşullar gelişmeye devam ediyor. Burjuvaziye karşı proletaryanın devrimci sınıf mücadelesi güçlenecektir. Kitleler devrimcidir ve kurtuluşa açıktır, çözüm arayışları vardır, eksik alan işçi sınıfına önderlik edecek örgütlerin durumundaki yetersizliklerdir. Komünist partileri önderlik görevini yapma kapasitesini yakaladıkları oranda evrensel işçi sınıfı devrimci savaşımı bir o kadar hızlı gelişip, güçlenecek ve yayılacaktır. Bu anlayışla diyoruz ki, 21. yüzyıl sadece ayaklanmalar yüzyılı olmakla kalmayacak, komünist proleter devrimlerin gerçekleşeceği devrimler yüzyılı olacaktır.
Yorumlar kapalı.