Kuyu Tipine ve Kayıtsızlığa Karşı Bir Direniş: Serkan Onur Yılmaz

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Serkan Onur Yılmaz 300 günü aşkındır ölüm orucunda. Ölüm orucu da öylesine sadece bir eylem biçimi değildir, ama konuyu yerinde saydırmak yerine ileriye taşımak için ‘Neden destek olmalıyız?’ sorusunu sormak biz YDAD için daha belirleyici oldu.

Serkan’ın bu devrimci eylemi, kendisinin sevk talebi kabul edilmesine rağmen, kuyu tipi hapishanede olan 8 yoldaşının sevki gerçekleştirilmediği için sürüyor. Bu zor eylem biçimi, daha önce F tiplerine karşı yapılmış, başta katılmayan ve ortada bırakan örgütler tarafından yarım bir eylem biçimine dönüştürülmüştü, ama bunu da tartışmayacağız.

Selçuk Kozağaçlı’nın dediği gibi: “Bir insanın ‘ben aç kalıyorum çünkü adaletsizliğe uğradım’ deyip açlık grevine başladıktan sonra, artık isterseniz dininiz, isterseniz ahlakınız, isterseniz aile terbiyenizin şuna izin vermemesi lazım; yürüyüp geçmeye… Kendilerini aç bırakarak, kendileriyle ortak ahlaka, ortak irfana, ortak erdeme, ortak terbiyeye sahip insanları etkilemeye çalışıyorlar. ‘Bana bakın, sizin de elinizden bu haklar alınmaya çalışılabilir’ demeye çalışıyorlar. Bu çok kıymetli…”

Bu kıymeti heybemize koyarak, bu çağrıya kulak vererek, Serkan Onur Yılmaz nezdinde tüm tutsaklar için bir günlük açlık grevine katılmak için Ankara’ya, Kurtuluş Parkı’na gittik. Giderken, özellikle bugünün bir çağrı olacağını ve özellikle ‘duyarlı’ bir kesimin ciddi bir katılım göstereceğini düşünüyorduk; TAYAD’lıları yalnız bulmamayı umuyorduk. Fakat öyle olmadı.

Alana olabildiğince erken gitmek için hazırlığımızı yaptık. Gittiğimizde TAYAD’lı emekçileri ufak bir aramadan sonra bulduk. Bulduk ama önce polis zorbalığı ile karşılaştık. TAYAD’lıların bantları, ağaçlara zarar verdiği için ‘kabahatler kanununa’ giriyormuş.

9 gibi alan biraz daha hareketlenmeye başlıyor. Grup, nikah salonu önünde olduğu için meraklı bakışlara mazhar oluyor. En anlamsız bakışları kuyu tipi maketi alıyor: “Pencere belli değil, kapı yok…”

Parka gelen hemen herkes, polis ordusuna rağmen (sivil, çevik, resmi; sadece resmi 50 civarında polis öğlen açıklamasını dinliyor) bir selam veriyor, göz ucuyla da olsa bakıyor, anlamaya çalışıyor. Geçerken yol soranlar, parka sürekli gelenler, köpeklerini gezdirenler, kaykay yapanlar, hatta çaycı ve mısırcı, bu eylemi sahiplenircesine hep etrafımızda.

12:30’da öğlen açıklamasına giderken, bir kurye tam önümüzde durup “Serkan Onur Yılmaz’ın evi burası mı?” diyince neredeyse hep birlikte “Evet!” diyoruz. Çantadan bir poşet çıkarıp önümüze koyuyor. Merakla açılan poşetten şeker çıkıyor. 12:30 öğlen açıklamasından sonra, şekerlerin örgütleyicisi “Nasıl destek vereceğimi bilemedim, bari böyle yapayım dedim” diyor. Herkes çok mutlu, sanki açlık grevi değil de nikah günü gibi, herkes çok umutlu…

Tek ziyaretler oluyor, gelen giden, su getiren… Biz de bildiğimiz Ankaralıları arıyoruz, ziyarete gelenler oluyor. Milletvekilleri aranıyor ama telefonlar cevapsız kalıyor; yılmadan mesaj atmaya, durumu anlatmaya devam ediliyor.

Akşama kadar vakit böyle geçiyor parkta, ama park dışında da faaliyetler devam ediyor. Asılan pankartlardan, afişlerden haberler geliyor, atılan sloganlar kulaklara çalınıyor: “Serkan Onur Yılmaz Onurumuzdur!”

Saat 18:00 açıklamasında, meraklı bir düğün kitlesi karşılıyor bizi. Değil de sanki nikaha gelen akrabaları, gözlerini ayırmadan, ilgiyle dinliyorlar akşam açıklamasını; alkışlıyorlar…

Akşam oluyor, yavaş yavaş toparlanıyor oturduğumuz banklar. Açlık grevi, parkta hep birlikte yenilen yemekle sonlandırılıyor: Bir alkış da makarna, patlıcan yemeği yapan, yanında üzüm ve yoğurt getiren arkadaşa…

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.