Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da Mevcut Durum ve Olası Gelişmeler 

featured
Paylaş

Bu Yazıyı Paylaş

veya linki kopyala

Türkiye emperyalist-kapitalist dünyanın bir parçasıdır ve kapitalizmin genel sorunlarından kaynaklı sonuçların etkisini derinden yaşamaktadır. Bu sadece Asya, Ortadoğu ve Avrupa arasında olmak veya Karadeniz’den Eğe, Akdeniz’e açılan boğazlara sahip olmak ve jeopolitik öneminden kaynaklı değil, esas olarak ekonomik ve siyasi açıdan emperyalizme bağımlılıktan kaynaklanan sonuçlar Türkiye ve Kuzey Kürdistan halklarını derinden etkilemektedir. Örneğin 2022 yılı birçok yeni olaylara sahne olsa da komprador Türk burjuvazisinin iç ve dış politikası tekrar tekrar başa saran bıktırıcı bir filim gibi… Savaş, baskı, yasak, katliamlar, emperyalistler arasında mekik dokuma, Kürt düşmanlığı, yalan ve çarpıtmalarla kitleleri aldatma, azami sömürü düzenini güvenceleyen politika… Bu toplumsal felaketlerin sorumlusu kim, hangi sınıf, yada hangi sınıfın hükümetidir. Türk devlet yapısının saldırgan, işgalci ve siyasi karakteri eskiye dayanır. Devlet diktatörlüğü siyasi karakteri emperyalizme göbekten bağımlı ekonomik temel üstünde şekillenmiştir. İçsel yapısı, şekillenmesi, sınıf politikası girişimlerin niteliği karmaşık, ölçüsüz ve oynaktır. Emperyalizme bağımlı yarı-sömürge statü ve de çoklu bağımlılık ağı, Ortadoğu ve dünyadaki olayların parçası olma hali, Türk burjuvazisinin bölgesel gücünü artırma hırsı ve yayılmacılık emelleri düşünüldüğünde büyük bir sorunlar yumağında çırpınma söz konusudur. Evet, tüm bu politikanın sorumlusu kim? Türkiye’de ve emperyalizme bağımlı kapitalist ekonomik yapı egemendir. Sınıflardan oluşan toplumda burjuvazi, işçi sınıfı, köylülük, küçük burjuvazi sınıfları arasında komprador burjuvazinin iktidarı hakimdir. Dış ve iç politikanın tümü bu işbirlikçi sınıfın ve hizmetinde oldukları çeşitli emperyalist ülkelerin tekelci sermaye gruplarının çıkarlarına hizmet etmekte olduğu unutulmamalı. Komprador Türk burjuvazisinin egemen ideolojisi tamda bu egemen sınıfın çıkarları bakış açısından işçileri, emekçi halk kitlelerinin aldatılmasını içermektedir. Türk burjuvazisinin ideolojik hamuru milliyetçilik, dini gericilik ile -Türk-islam- yoğrulmuştur ve kitleler zehirlenmektedir. Daralan iç pazar Türk burjuvazisinin bölgesel düzlemde yayılma dürtüsünü şiddetlendirmiştir ve Türk devleti askeri gücüyle son yıllarda ihtiyaç duyulan bu politikayı uygulamaktadır. 

ABD emperyalizminin başta Ortadoğu ve Kuzey Afrika planlarının parçası olan Türkiye sınır komşusu Suriye, Irak ve ülkelerin sınırlarında zorla tutulan Batı ve Güney Kürdistan’da işgalcidir. Libya, Kafkasya, Afganistan, Ukrayna’da çatışmalar ve savaşların içinde yer almaktadır. Doğu Akdeniz’de Yunanistan ve A.B ile gerilimi tırmandıracak askeri girişimlerde bulunarak yeni fırsatlar yaratma peşindedir. ABD, AB ile Türkiye arasında çelişki ve gerilimler artsa da Türkiye’nin emperyalist güçlere olan sadakati ve çıkarlarını gözeten AKP hükümetiyle sorunlar bir şekilde yürütülebilir düzlemde tutuluyor. Güç dengelerinin değişmiş olması emperyalist ülkeler arasında ikili oynama alanları açmakta ve ilk başta yeni fırsatlar yaratması yönünden avantajlı görünse de, uzun vadede çelişki ve çatışma halinde olan ABD-İngiltere, AB ülkeleri ile Rusya, Çin emperyalist güç merkezleri arasında sıkışma ve çok daha ağır sonuçlarla karşılaşma şartları söz konusudur.

Emperyalizme hizmette kusur etmeyen Türk komprador burjuvazisi Doğu Akdeniz’de, Ortadoğu’da, özellikle Kürdistan’da enerji kaynakları üzerinde pay istemektedir. ABD ile Rusya kapışmasında bölgesel düzlemde jeopolitik önemini fırsata çevirerek Ortadoğu, Kafkasya, kısmen Doğu Avrupa, Orta Asya Türki cumhuriyetlerinde ve Afrika’da pazar etkinliğini artırma hayali peşinde askeri ataklar gerçekleştirilmektedir. Esas amacı ise Batı ve Güney Kürdistan’ı tümüyle işgal ederek denetim altına alınmasıdır.  Bu stratejik hedefte Kürtlere karşı savaş hız kesmeden tırmandırılmaktadır. ABD ve Rusya emperyalistlerinin izinleri ve destekleriyle Türk devleti Suriye içinde Rojava Kürtlerinin tüm politik, siyasi kazanımlarını yok etmek için savaşta ısrar etmektedir. Türk burjuvazisi savaş ekonomisinden büyük kârlar elde etmektedir. İşgal ettiği yerlerden ise çıkılmayacağı sillendirilmektedir. Fakat savaşmak, işgalci olmak iç çelişkileri gidermiyor, aksine daha da şiddetlendiriyor. AKP yönetimiyle MHP fiili ittifakıyla yürütülen savaş politikası Erdoğan-Bahçeli’nin şahsi hesaplarından öte, komprador Türk burjuvazisinin, emperyalistlerin politikasıdır. AKP-MHP’nin yönetiminde Kürtlere karşı yürütülen savaşın tarihsel kökeni vardır. Türk ulusu dışında Kürt ulusunu, Ermeni, Rum, Arap, Laz, Çerkez, Gürcü, Roman ve diğer milliyetleri yok sayma, islamiyet dışında dinleri ve inançları tanımama ve azgın bir komünizm üzerine kurulan Kemalist faşist diktatörlüğün mevcut yürütücüleri tarihi kökleri olan Türk egemen ulus burjuvazisinin bu sınıf politikasını uygulamaktadır. 

Türk burjuvazisinin kendi arasındaki çelişkiler şiddetlidir ve iki büyük bloğa ayrılmış vaziyette siyasi iktidar rekabeti içinde birbirlerini yıpratma süreçleri sertleşerek devam etmektedir. Mevcut durumda fiili olarak ortak pozisyonda MHP ile AKP burjuvazinin hükümetteki bloğunu, CHP’nin başını çektiği İYİP, Deva, Gelecek, DP ve SP’den oluşan 6’lı masa burjuvazinin muhalefet bloğunu temsil etmektedir. Bu her iki cephe söylemlerde farklılıklar taşısalarda emperyalist merkezlere bağlı komprador burjuvazinin siyasi temsilcileridir ve halk kitlelerinin mücadele ile ancak kazanabileceği demokrasinin önünde en büyük engellerdir ve devrimin baş düşmanı sınıfın partileridirler. Kürtlere karşı savaşta, askeri yönü öne çıkmış ve Suriye, Irak, Kürdistan’ın işgal edilmesi, Libya, Kafkasya, Ukrayna vd. çatışmalı ve savaş alanlarında aktif politikada AKP-MHP’nin arkasında safa dizilen, komünist devrimci harekete karşı aynı tavırda olan ve milliyetçilik, ırkçılık, dini gericilikte birbiriyle yarışmada farkları olmayan 6’lı masanın burjuva muhalefetinden demokrasi ve reform beklentilerine kapılmak egemen sınıf gerçekliğini bilmemek, yada burjuvaziye yardım etmekle açıklanabilir. Altılı masanın Kasım’da açıklanan “Anayasa değişiklik paketi” başlıca toplumsal sorunlara çözümden uzak, egemen burjuva sınıfın yeni dönem ihtiyaç duyduğu devletin tamiratlarla imar edilmesini içermektedir. Burjuvazinin temsilcilerinden işçi sınıfının sorunlarına çözüm beklenemez. Devrimci sınıf mücadelesi kuvvetleri, komünist hareket iki kötüden birisini tercih etmez, yönetimde ve muhalefette olan burjuva cepheye karşı mücadelesini sürdürür. Halk kitleleri için demokrasi sanki bir hükümet değişimi sorunuymuş gibi AKP-MHP’den sonra hükümete hazırlanan CHP liderliğindeki altılı masa burjuva muhalefetinden demokratik adımlar beklentisi içinde olan sosyal reformist parti ve çevreler kitlelerin aldatılmasına hizmet ettikleri gibi yeni dönemde ihtiyaç olunan burjuva devletin tamir edilmesinde yardım etmeye hazır olduklarını göstermektedirler. Burjuvaziyi reformlara ancak kitlelerin devrimci mücadelesi zorlayabilir. Değişen hükümetler emperyalist sermayenin programını uygulamaya devam eder. Ekonomik çöküş ve büyüyen toplumsal hoşnutsuzluk aşırı kullanımından dolayı aşınan islami dinciliğin yerini parlatılan Atatürkçülükle doldurulması yeni dönemin şekillendirilmesi konusunda fikir vermektedir. Hükümet ve muhalefetiyle burjuvazinin her iki cephesi milliyetçilik ve islami düşünceyi içeren gerici faşist sınıf ideolojisini savunmaktadır. Aralarındaki rekabet milliyetçiliği ve gericiliği tırmandıracak niteliktedir. İsrail, Suudi Arabistan, BAE, Mısır hatta Suriye ile yeniden kurulan ilişkiler Türk burjuvazisinin kendi arasındaki çelişkilerini hafifletmeyecek, rekabet sertleşmeye devam edeceği gibi, işçi sınıfı, tüm emekçi halk kitleleri ve Kürtler üzerindeki sermayenin baskı politikası artacaktır.

İşçi Sınıfı Cephesinde Durum

Ekonomik çöküş beraberinde ahlaki, kültürel yozlaşma ve çürümeyi derinleştiriyor. AKP-MHP yönetiminde tarihte görülmedik boyutta Merkez Bankası ve hazine hortumculuğuyla kendilerine yakın olanlar başta olanlar başta çeşitli sermaye grupları ve bankalara servet ve sermeye transferi yapılırken, yüzde 200’ü geçmiş enflasyon altında ücretleri eriyen işçiler, emekçi köylüler korkunç ve ölçüsüz ağır sömürü altında inim inim inlemektedir. Yoksulluk, yokluk, sefalet her tarafı sarmıştır. Televizyon ekranlarında egemenlerin sunduğu zenginlik, şatafat bu kölelik üzerinde kendisini var edenlerin dünyasıdır. 

Çalışma koşulları son derece kötüdür. İş güvenliği ve işçi sağlığında dünyada 3. Avrupa’da 1. sırada yer alan Türkiye’de İSİG verilerine göre 2022 yılının ilk 9 ayında 1359 işçi hayatını kaybetmiş, buna Amasra maden ocağındaki katliamı da dahil ettiğimizde ölüm sayısı 1401 oluyor ve her yıl ortama bu sayılarda işçi iş yerlerinde “iş kazası” şeklinde tanımlanan AKP-Erdoğan’ın “kader”le meşrulaştırdığı iş cinayetiyle katlediliyor. Buna kapitalizmin vahşi sömürüsü deniliyor.

İşçi sınıfımız ne yazıkki örgütsüzdür. Sendikalı işçi oranı %14. Kamu çalışanları çıkarıldığında %3 gibi küçük bir rakam karşımıza çıkıyor. Çalışma saatleri haftalık 60 saat, ortalama 15 saat fazla çalıştırılıyorlar. OECD verilerine göre haftada 60 saat çalışma yapan %15 oranıyla dünya birincisi olan Türkiye’de işçilerin %60’ı asgari ücretlidir. Düşük ücretle çalışan işçilerin oranı ise %93.5, ücretlerini düzenli alamayanların oranı %26, işini kaybetme korkusu yaşayanların oranı %17.3, fazla mesai yapanların oranı ise %18’dir. Bu tablo zor şartları yeterince gösteriyor.

TÜİK işsizlik rakamları gerçeği yansıtmıyor, tıpkı enflasyon rakamları gibi. Enflasyonun olduğundan çok düşük gösterilmesi, asgari işçi ücretinin çok alt seviyede düşük saptanmasını sağlamaktadır ve bu yolla burjuva devlet aracılığıyla düşük asgari ücret ile azami kâr denklemi kurularak sermayenin ihtiyacı karşılanmaktadır. Keza aynı haliyle emeklilerin maaşları da düşürülmektedir. Buda işçi ve emekçilerin sermaye yararına soyulmasının başka bir yolu, ama çok önemli halkasıdır.

DİSK-AR’a göre 2022 yılının 3. çeyrek raporunda 15+ yaş dahil çalışma çağındaki 64.7 milyon kişinin sadece 21.8 milyonu kayıtlı ve tam zamanlı çalıştığı belirtiliyor. Genç işsizlik %40’larda. Geniş tanımlı işsizlik oranı erkeklerde %17, kadınlarda %28 olarak açıklanıyor.

15-25 yaş arası 5 milyona yakın genç ne çalışıyor ne okuyor. Büyük işsizler kitlesi sermaye için en düşük ücretle sömürülmeye hazır emek gücü rezervinin varlığı demektir. Sermaye azami kârı güvenceleyen bu şartlardan memnundur.

Grev milli güvenlik sorunu olarak görülmekte ve yasaklanmaktadır. Sermayenin işbirlikçisi sendikalar zaten grevleri engellemek için çalışıyorlar. Kapitalistlerin hükümeti AKP en fazla grev yasaklayan hükümetidir. İşçi düşmanıdır. “Bakın grev oluyor mu, daha ne istiyorsunuz” şeklinde burjuvaziye seslenirken Erdoğan emek güçleri üzerinde kurdukları mutlak denetimle övünüyor ve sınıf niteliğini gösteriyor. Metal sanayi işçilerinin grev dalgası sermaye, işbirlikçi sendikalar, hükümet ve devletin sistemli baskısıyla kontrol altına alınmıştı.

Sermaye işçilere iradesiz ve güçsüz bir yığın olarak muamele yapmaktadır. İşletmelerde ayrımcılık, mobing, cinsel fiziksel ve psikolojik şiddet içeren saldırılar artıkça artmış, normalleştirilmiş bir yozlaşma yaşama biçimi olarak dayatılmaktadır.

Esasta Suriye Kürdistan’ının işgali, Afganistan’daki savaş dünyayı saran yoksulluk şartlarında karınlarını doyurmak için kendilerine yurt arayan kitlesel göç dalgalarının geçiş güzergahında olan Türkiye’de biriken 5 milyondan fazla göçmen burjuvaziye çok ucuz iş gücü sağlamış, son yıllarda devasa azami kârlar elde edilmiştir. Göçmen işçiler köle gibi karın tokluğuna çalıştırılmaktadır. Çocuklar ve kadınların cinsel şiddete uğraması da dahil güvenceden yoksun her türden ayrımcılık ve eşitsizlik koşullarında göçmen işçiler karın tokluğuna sömürülmektedir. Bu nedenle sermaye işgal ve savaşların sürmesinden de memnundur. Göçmen işçilerin haklarının kardeşçe savunulması sınıf bilinçli proletaryanın görevidir.

Sermayenin işçiler üzerindeki atanmış kayyumu TÜRK-İŞ dört kişilik aile için açıkladığı 7.786 açlık sınırını belirlenecek asgari ücret, hatta 1 TL altında 7.875 TL olarak ilan etmişti. TÜRK-İŞ AKP-MHP ortaklığı devam ediyor. Olgular işçi sınıfının mücadele etmesi gereken cephenin genişliğini gösteriyor. 

Emek ve sermaye çelişkisi temel ve baş çelişkidir. Mücadelede yoğunlaşılması gereken alanı işaret etmektedir. Bu anlamda işçi sınıfının sayısal çoğunluğu, tarihi ve toplumsal devrimci yeri, içinde bulunduğu ağır emek sömürüsü ve zor, kölece koşullar karşısında kendisi için sınıf olma perspektifiyle birleşmiş ve örgütlü bir güç olarak kurtuluşu amaçlayan sınıf bilinciyle partisiyle buluşması zorunludur. Aksi durum sınıf bilincinden yoksun işçi kitlesi, sınıf olarak örgütsüz ve edilgen, ekonomik açıdan ücretli kölelik statüsünden kurtulamaz. Sessiz, edilgen, ölüm ve yoksullukla adı anılması yerine işçilerinizin kapitalist düzene ve onların siyasi temsilcilerine karşı sınıf bilinciyle örgütlenip mücadeleyle ayağa kalkmasına ihtiyaç vardır. Modern toplumda proletaryadan büyük bir güç yoktur. İşçi sınıfımız mutlaka üstüne dökülmüş ölü toprağı atacaktır. Fakat ona yardım edilmesi gerekmektedir. Bu görevi komünist hareket yerine getirmek zorundadır. 

Emekçi Köylüler Açlık ve Sefalete Sürüklendi

Köylü nüfusun yüzde onlara düştüğü toplumsal mevcut durumda emekçi köylülerimizin şartları işçi sınıfımızın kölelik şartlarından farklı değildir. Kırda ve kentte açlık ve yoksulluk var. Üretim araçlarından koparılmış köylü nüfusu yoksulluklarıyla beraber zaman içinde kentlerin kucağına, sermeyenin emrine itildiler. Geride kalan üretici köylü ürününü değerinin çok altında elden çıkarmak zorunda kalıyor ve Tarım Kredi Kooperatifine, bankalara, tefecilere borçlu durumda. Tarım ve gıdada Türkiye emperyalist gıda tekellerine bağımlıdır. Mazot, ilaç, gübre, su, makine ve ekipmanlar vs. artan maliyeti karşısında değeri altında üreticiden alınan tarım ürünleri denkleminde zarar eden ve geçinemez duruma gelen köylü kaçınılmaz olarak üretimden kopmaktadır. Borcunu ödeyemeyen köylünün toprağına ve traktörüne icrayla el konuluyor. Bankalara olan borç rekor düzeyde artmıştır. Madencilik, barajlar, konutlar, havaalanları, OSB, yollar, fabrikalar, hapishaneler, rafineleriler vs. vd. sermayenin ihtiyaçları için tarım alanları istila ediliyor, yaşam alanları talan ediliyor. Toplum yararına ihtiyaç duyulan tarımsal üretimin yapılması kapitalist bağımlı sistem tarafından engellenmektedir. Tarım ülkesinde fırlayan enflasyonla emekçiler en temel gıda ürünlerine ulaşamıyor. Buğday başta olmak üzere tarım ve gıda ürünleri yüklü gemiler limanlara yanaşmazsa gıda krizi, kıtlık yaşanır. Emperyalizme bağımlı ekonomik ve siyasi yapının tarımdaki ifadesi tam manasıyla yıkımdır. Emekçi köylüler tek başına sermayeye karşı duramazlar, onların çıkarları işçi sınıfıyla ortaktır ve kapitalizme karşı işçiler, emekçi köylüler ittifak halinde mücadele etmek zorundadırlar. Toplumun yararına toprağın işlenmesi tarımsal üretimin mümkün olduğunu Maoist parti programı belirtmektedir. Toprağın ulusallaştırılması, modern sanayi araçlarıyla donatılmış büyük çaplı ve planlı toplumsal ihtiyaca göre üretim yapılması ve doğa ve insanın korunması esas alınması güvence altına alınmıştır. Unutulmamalıki tarım ve gıdada dışa bağımlı olmak toplumsal yaşam güvencesinin emperyalist tekellere emanet edilmesidir.

İşçi, Emekçi Halk Gençliği ve Öğrenci Gençlik

“Gençlerimiz yurtdışına göç ediyor” tartışmaları eksik olmuyor. Bu bir olgu, ama göç etme koşullarına sahip olmayan vede gitmek gibi bir düşüncesi olmayan halk gençliği, öğrenci gençliğin sorunlarına çözüm getirecek bir sistem söz konusu olmadığı için işsizlik, eğitimsizlik, yoksulluk, yokluk içinde kıvranan gençliğin durumu diğer sosyal sorunların bir parçası olarak ağırlaşmaya devam etmektedir. Yaklaşık 15 milyon genç nüfuzumuz var. Genç işsizlik yüzde 40’larda. 15-25 yaş arası 5 milyon genç ne çalışıyor, nede okuyor. Böyle bir durumda genç nüfus nasıl iyi olabilir ve toplumsal değer yaratmanın asli unsuruna nasıl dönüşebilir. Üretimden, eğitim, bilim, sanattan kopuk bir gençlik, çürümeye terk edilmiş bir fidan gibidir. Oysa gençlik toplumun gelecekte parlayan ufkudur. Bağımlı kapitalist ekonomi üzerinde şekillenen bağımlı Türkiye egemen sınıf siyaseti toplumu açlık, yoksulluk, işsizlik, yozlaşmayla çürüttüğü gibi halk gençliğinide aynı şartlarda ezmede, geleceğini karartmakta, yozlaştırmaktadır. Gençlik ihtiyaç duyduğu eğitim olanağından yoksundur. Üniversiteler özerk, demokratik ve bilimsel eğitim kriterlerinden uzaktır. İşçi sınıfının devrimci mücadelesinden, toplumsal meselelerden uzak, milliyetçi, islamcı düşüncelerle kafası zehirlenmiş bir gençlik arzu edilmektedir. Öğretmen, mimar, mühendis genç işsizlerin sayısı gün geçtikçe artmaktadır. Kapitalist sermeye için nitelikli ucuz iş gücü alanına arılmaktadırlar. İşçi halk gençliği ucuz emek gücü olarak sermayenin emrine atılmıştır. Madenlerde, inşaatlarda, atölyelerde, karın tokluğuna çalışırken “iş kazası” adı altında ölmektedirler. Ne eğitimde nede çalışan genç kadınların oranı yüzde 50’nin altına düşmüyor. 

Bu tablo işçi, emekçi halk gençliği ve öğrenci gençliğin sorunlarının komprador kapitalist devlet diktatörlüğünden kaynaklandığını aynı zamanda bu sorunların ortak olduğunu göstermektedir. Eğitim bir haktır ve sermayenin keyfiyetine bırakılamaz. Ayrıca Türk milli baskısı altında olan, dili ve kültürü asimilasyon politikası altında olan Kürt gençliği, Kürt çocukları başta olmak üzere diğer çeşitli milliyetlere mensup gençlik ana dillerinde eğitim haklarından yoksundurlar. Her hangi bir ulus ve milliyete ayrıcalık tanımayan özerk, demokratik, bilimsel, parasız ve anadilde eğitimin sağlanması, okullarda diktatörlüğün milliyetçi, ırkçı, islamcı gerici sultasının sonlandırılması için işçi sınıfı devrimci mücadelesiyle birleşmiş bir öğrenci gençliğin mücadelesine ihtiyaç vardır. Bu aynı zamanda öğrenci gençliğin işçi ve emekçi köylü bütün halk gençliğiyle birleşmiş bir mücadelenin kurulmasında temel dayanak noktasıdır. İleriye atılmış bir gençliğin ruhu geride kalan ve üstüne uyuşukluk çöken kesimleri canlandıran enerjidir. İşçi, emekçi halk gençliği ve öğrenci gençlik kendilerine dayatılan karanlığı yırtacak apaydınlık bir ufuk olarak doğacaktır. 

Kadın, Aile ve Çocuk

Kadın sorunu toplumsal bir sorun olarak yakıcılığını korumaktadır. Kadınlar katlediliyorlar. Evde, iş yerlerinde, sokakta, okulda, hastanede, tarlada, mobing, taciz, tecavüz, inançları yada farklı etnik kökene sahip olması nedeniyle baskı ve ayrımcılığa uğramaktadırlar. Sağlık ve ulaşım hakkı, kreş, sağlığa uygun olmayan işlerde çalıştırılmaları, erkek işçiler ile aynı işi yapmalarına rağmen eşit ücret alamamaları, iş sağlığı ve sosyal güvenceden yoksun bırakılmaları, kadın olmaktan kaynaklı maruz kaldıkları ayrımcılık ve sömürünün sonucudur. Sermaye düşük ücretle kadın gücünü sömürmektedir. Burjuva siyasetçiler demagojik ifadelerle kadın ve aileyi övüyor ama ucuz iş gücü olarak kadın ve çocuk emeği kapitalist sınıfın ayakları altına serilmiştir. Kutsal olan sermayenin kârıdır, işçiler, kadınlar ve emekçi ailesinin çocukları ise kapitalist için birer metadır. Bu nedenlede bir değeri yoktur. Feodal, muhafazakar, dini inanç, geleneklerin eskimiş ağlarıyla çevrili evin duvarları arasından kurtulup modern sanayinin ücretli kölesi haline gelen işçi kadının yaşamda özgürlüğünü tatmaması ve sınıf bilincine erişiminin engellenmesi için kadın üzerinde varlığı süre gelen geleneksel gerici, dini anlayış ve davranışlar kapitalist sistem kurumlarınca yeniden ve yeniden üretilmektedir. Burjuva gerici siyaset, kültür, politika, medya aracılığıyla kadına şiddet, baskı, cinayet teşvik ediliyor. En düşük seviyede ücretle kadın iş gücünün sömürülmesi gizlenmektedir.

İşçi kadınlar, emekçi köylü kadınlar; sayısal olarak işçi sınıfımızın önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Çalışacak durumda olan kadınların sadece üçte biri çalışmakta, on milyon kadın üretim, çalışma alanının dışında ev işlerinin köreltici döngüsü içinde evdedir. Başta göçmen kadın işçiler olmak üzere ev işçisi kadın işçiler çok ağır sömürü altında sömürülmektedirler. Kadın bedeni cinsel meta olarak sömürü nesnesi vede fuhuş pazarında artı-değer elde etmede seks kölesi olarak kullanılmaktadır. Kayıt dışı olanlar hesaba katıldığında çoğu ücretli işçi olmak üzere on milyondan fazla kadın çalışma yaşamı içinde olmasına rağmen kadın işçiler arasında örgütlenme ağları zayıftır. Tüm olumsuz şartlara rağmen cinsler arası eşitsizliğe, baskı, cinsel taciz, ayrımcılık, şiddet, aile, erkek, din, patron, devlet baskısına karşı canlı ve dinamik bir kadın mücadelesi söz konusudur. Fakat kadın mücadelesinde burjuva feminist anlayış ve tarz öne çıkmaktadır. Oysa kadın sorunu sınıf üstü bir mesele değildir, ve burjuva kadın bakışına hapsedilemez. Kapitalist sömürü düzenine karşı işçi, emekçi kadın sınıf mücadelesindeki asli yerini almadıkça özgürlük ve eşitliğini güvenceye alamaz. Mücadele deneyimlerimiz, uluslararası proleter kadın hareketinin büyük deneyimlerinden dersler çıkararak proleter kadın hareketinin geliştirilmesi ve güçlendirilmesine odaklanmak gerekmektedir.

Ailenin yükü kadının sırtına binmektedir. Bu olgu yanında kapitalizm ve emekçi ailesini yıkıma uğratıyor, çürütüyor, sefalete sürüklüyor. Ne kadar kutsal övgüler düzüyorsa bir o kadar değersizleştiriyor. Ortalama olarak anne, baba-kadın-erkek, çocuk çalışmazlarsa geçinemez durumda olan emekçi ailesi yürek burkan acılar yaşamaktadır. Küçük çocuğunu evde bırakıp çalışmaya gitmek zorunda olan ailelerin boğulan, yanan, camdan düşen çocukların haberleri okunmaktadır basından. Yoksulluğa gözünü açan çocuğun sağlıklı büyüme ve eğitim olanağı yoktur. Oysa çocuk yaşamı, eğitimi sadece anne, babanın inisiyatifine bırakılmaması gereken toplumsal bir görevdir. Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da çocukların durumu kapitalist düzenin, komprador burjuvazinin dayandığı vahşi temeli göstermektedir.

İşçi sınıfı yoksulluğu derinleştikçe, kriz aile yapısını, kadınları, çocukları vuruyor. Demekki egemen sınıf için ırkçı, milliyetçi hesaplarla “üç çocuk” diyenler işçi ailesinin, çocuklarının bir değeri yoktur. Ucuza çalıştıracakları insan olsunda nasıl büyürse büyüsün. Çocuklara ilişkin şu veriler bu yozlaşmış kapitalist sistemin niteliğini gösteriyor.

2,5 milyon çocuk yardımla okuyor. 2023 yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programı’nın “çocuk” başlıklı bölümde ekonomik olanaksızlıklar nedeniyle -yani yoksul olan- eğitim alamayan ve her hangi bir sosyal güvenlik kurumuna tabi olmayan muhtaçlığı resmen onaylanmış hanelere yapılan şartlı eğitim yardımı verilerine göre Eylül 2022 itibarıyla 2 milyon 438 bin 865 çocuğun şartlı eğitim yardımından yararlandırıldığı açıklandı. İşte size aç, yoksul emekçi ailelerin ekmeğe muhtaç çocukları. 

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı verilerine göre aileleri yanında temel ihtiyaçları karşılanamayan çocuk sayısı 2020 yılında 129 bin, 2021 yılında 141 bindir.

Dahası var; 12-18 yaş arası hapishanelerde olan çocuk sayısı 1.584 kişi. İstismara uğrayan çocuk 143 bin, tarikat yurtlarında gericiliğe teslim edilmiş çocuk 210 bin, sokakta çalıştırılam çocuk 23 bin, okul dışında çocuk 676 bindir. Doğum yapan çocuk 440 bindir. 

TÜİK’e göre çocuk işçi 720 bindir, ama gerçek çocuk işçi sayısı 2 milyon civarındadır. Vede 2021 yılında iş cinayetlerinde ölen çocuk işçi 62’dir. Okullarda beslenme çantasında yiyecek konulamayan ve bu yüzden açlıktan bayılan çocukların ülkesidir burası. İşçiler kendi çocuklarının geleceğini nasıl güvenceye alacakları bilincini edinmedikçe de pek bir şeyde değişmeyecektir bu korkunç tabloda. Veriler işçi emekçi ailesinin derin yokluk ve yoksulluğunu gözler önüne sermektedir. Kadın, erkek, çocuk 30 bin işçi -bir kısmı göçmen işçi- AKP’nin 20 yıllık döneminde “iş kazası” adı altında kapitalist sermaye tarafından katledilmiştir.

Çözüm vardır. İşçi sınıfının kendisi dışında kurtarıcısı yoktur. İktidar hedefli sınıf mücadelesinde birleşmek ve savaşmak dışında kurtuluş yoktur. Maoist parti kadın, erkek işçileri, emekçi köylüleri, işçi emekçi halk gençliğini, devrimci programı etrafında birleşmeye çağırıyor. Öte yandan belirtelim şartlar devrimci ve gelişmeye açık, çağrılarımızın emrettiği gibi işçi sınıfı içinde, emekçi kadınlar, gençlik içinde çalışmayı, örgütlenmeyi, inisiyatif vermeyi, parti hücreleri kurmayı, partiye kazandırmayı öğrenmeyi bilmek ve geliştirmek görevi başarılmalı.

Kürtlere Uygulanan Milli Baskı ve Savaş Şiddetleniyor 

Benzersiz bir milli baskı politikası tüm şiddetiyle sürmektedir. Kürtler dışında çeşitli azınlık milliyetler, ulusal baskı altında asimilasyon politikasının acıverici sonuçlarına maruz kalsalar da, ulusal karakterini koruyan Kürtler üzerinde süren milli baskı 20. yüzyıl boyunca çeşitli aralıklarla büründüğü savaş biçimi 21. yüzyıla devredilmiştir. Kürtlere karşı savaş, baskı ve asimilasyon politikasını sistemleştiren Mustafa Kemal’in liderlik ettiği cumhuriyetin üzerine oturtulduğu inkar, imha ve asimilasyon kesintisiz devam etmiş, görüntüde “Kemalist olmayan” AKP hükümeti tarafından devralınan bu Kemalist egemen ulus politikası tüm araç ve yöntemlerle yürütülmüştür. 2022 yılında savaş politikasında bir değişiklik olmadı. Zayıflayan AKP, kafatasçı, aşırı milliyetçi MHP ve Vatan partisi, rant ve yoksulluk, soygunla beslenen çeşitli çıkar gruplarıyla kurulan ittifakla Kürtlere karşı yürütülen savaşı tırmandırmaktadır. Ulusal baskı Türk burjuvazisinin politikasıdır ve onların çıkarına hizmet ederken Türk veKürt ulusları ve halklarını düşmanlaştırır, kardeşlik bağlarını parçalar. 21. yüzyılda bu denli azgın ve sınırsız şiddet içeren bir ulusal baskı türü insanlık adına utanç vericidir. Fakat Türk-islam sentezli kutsal aşırı Türk milliyetçi ideolojisi hakim egemen ulus burjuva ideolojisi olarak -Kemalizm adını alan- egemen kılındığı toplumda halk kitleleri medya tekeli, burjuva politikacılar, satılmış sendikalar ve çok çeşitli yöntem ve araçlarla aldatılmaktadır. Kürt ulusuna karşı yürütülen savaş “teröre karşı savaş” şeklinde sunularak savaş normalleştirilmektedir. 

Sadece Türkiye’nin sınırları içinde değil, Suriye, Irak sınırlarında da Kürtlerin politik, siyasi yapılarının yok edilmesi için Türk ordusu Batı ve Güney Kürdistan’ı işgal etmiştir. Bir kısmını tahrip etsede Rojava’da Kürtleri tümüyle sınırlarından süremediği için yarım kalan işi Beşar Esad’a “destek verelim Kürtleri yok et”, hatta ileride özerk, federal yapıda Kürtlerin varlığının kabul edilmemesi yönlü tutumunu açık ederek baskı politikasını tırmandıran Türkiye’nin pozisyonu askeri yolla her yerde ezilmesini esas almaktadır. Sınırdan 80 yada 100 km öte alanlarda SİHA, savaş uçaklarıyla bombardıman yapılmaktadır. Sivil insanlar vurulmaktadır. Efrin’den Sere Kani’ye topraklarına yeni bir Türk-Arap kemeri kurulmuştur. Esad’la “barışma” görüşmeleri yapılırken, islamcı paralı güçler “ÖSO” Kürtlere karşı savaşa sürülmektedir. Savaş politikası içte baskının arttırılması, kafatasçı, ırkçı bir milliyetçiliğin tırmandırılması, yasaklar, hapishaneler, amansız bir baskı olarak karşımıza çıkmaktadır. Savaş bütçesi halk kitlelerinin sırtına yüklenmekte ve yoksulluk derinleşmektedir.

Kürt ulusal meselesi uluslararası bir meseledir. ABD ve Rusya, AB emperyalistleri kendi çıkarları için Kürt meselesini bir koz olarak görmektedirler. Türkiye’yi ellerinde tutmak için gerektiğinde kurban etme politikası izlemektedirler. Ortadoğu’nun yüzyıllık statükosunun bozulmasını istemiyorlar. Dönem dönem frene basılsa da Türkiye’nin karşı yürüttüğü savaşa bu emperyalist güçler destek vermeye devam etmektedirler.

İşçi sınıfı ulusal eşitsizlik ve her türden ayrımcılığa, savaş ve baskıya, işgal politikasına karşı durmak zorundadır, çünkü çıkarı bunu gerektirir. Kürt ulusal hareketinin baskıya karşı mücadelesi haklı ve meşrudur, baskıya karşı yönelen bu haklı mücadele tereddütsüz desteklenmeli, hatalı, milliyetçi yönleri ise eleştirilmeli. Milli baskı AKP-MHP’nin savaş ve saldırı politikası ile sınırlı değil, egemen ulusun Türk burjuvazisinin sınıf politikasıdır ve faşist devlet diktatörlüğü tarafından stratejik boyutta yürütülmektedir. Yönetimler değişir egemen sınıfın milli baskı politikası sürer.

Bu anlamda devrimci sınıf bilinçli Türkiye ve Kuzey Kürdistan proletaryası ikili enternasyonel görevlerinin gereği olarak ulusal baskıya karşı durmalıdırlar. Türk, Kürt ve çeşitli milliyetlerden işçilerin sosyalizm mücadelesinde birleşmesi geleceğimizi belirleyen dayanaktır. Kardeşçe birlik için Türk işçileri ulusal baskıya karşı durup, özgürce ayrılma ve kendi devletini kurma hakkının koşulsuz tanınması ilkesini savunmalı, Kürt işçiler ulusal baskıya karşı dururken ayrılıktan ziyade birliği savunma ilkesinden sapmamalı. Ulusların gönüllü ve kardeşçe birliği ancak devrimci proletarya önderliğiyle gerçekleştirilebilir.

Keza ulusal meselenin ağırlığında nispeten birçok önemli toplumsal çelişkiler bir ölçüde daha görünmez olsa da ciddiyetini koruyan çelişkiler çözüm bekliyor. Din ve inanç özgürlüğü önündeki engeller ve baskı devam ediyor. Alevi inancını tanımadıklarını, Aleviliği “kültür” kategorisine alan AKP-MHP ittifakının son hamlesinde görüldüğü gibi, islamiyetin devlet dini olduğu Türkiye’de laiklik başından itibaren hiç olmadı ve bügün müslümanlaştırma politikasının genel versiyonlarına tanık olunmaktadır. Din ve inanç özgürlüğünün güvenceye alınması devletin dinden elini çekmesi, diyanetin lağvedilmesi cami ve diyanetin okullardan çıkması zorunludur.

Koşullar Devrimci Subjektif Kuvvetler Güçlenebilir

Faşist diktatörlüğün baskısı artıyor, artacak. Bu olguyla birlikte toplumsal ve ekonomik gerçeklikte mevcut olan şiddetlenmiş çelişkiler sınıf mücadelesine uygun, elverişli olanaklar sunarken, emperyalizme bağımlı komprador burjuvazinin eskisi gibi yönetememe siyasi, politik durumunu açığa çıkarmış, kendi aralarında şiddetlenmiş çelişkilerin daha da keskinleşmesi hem egemenlerin eskisi gibi yönetememelerini derinleştirmeye devam edecek hemde toplumsal tepkilerin gelişme zemini daha da güçlenecek… Ekonomik ve siyasi şartların günlük gülistanlık olma durumu ufukta görünmüyor. Güçlenmeye devam edecek devrimci hal ve şartlardan sınıf mücadelesi yönünden yararlanmak en başta proleter devrimci önderlik görevinin yerine getirilmesi meselesidir. İhtiyaç duyulan önderliğin yakalanması durumunda halk kitleleri mücadele pozisyonunu güçlendirecektir. Faşist diktatörlüğün komünist devrimci harekete saldırıları her dönemde şiddetliydi, sınıf baskısının yoğunluğu devrimci görevlerin yerine getirilmemesinin mazereti olamaz. Devrimci koşulların uygunluğuna rağmen komünist devrimci hareket güçsüz ve yeterince toparlanmış değil. Sınıf hareketimiz köklü ve kararlı bir mücadele tarihine sahiptir. Doğru sonuçlar çıkarılarak engellerin üstesinden gelinmesi olanaklıdır. Küçük-burjuva siyasal hareketlerin yönü ve nihai durağı burjuva demokrasi sınırlarıdır. Kapitalist toplum ancak Marksist-Leninist-Maoist proletarya önderliğiyle aşılabilir. Uluslararası ölçekte de sınıflar arası antagonist çelişkiler keskin olmasına rağmen, komünist partiler halk kitlelerinin büyüyen hoşnutsuzluğunu örgütleyecek düzeyde değildir. Tarihte örnekleri olduğu gibi buna kitlelerin gerisine düşmekte denilebilir. Türkiye devrimci hareketinde 2000’li yıllarda artan reformizm etkisi ciddi savrulmalarla sonuçlandı. Marksist cilayla ileri sürülen gerçekte ise Marksizm, Leninizm, Maoizmi çarpıtmaya dayanan revizyonizm devrim hareketinde baş tehlikedir ve mevcut durumda sosyalist reformcuların ideolojik dayanağıdır. Bu olgu bize komünist hareketin revizyonizme karşı kararlı ideolojik mücadele yürütülmeden kapitalizme, emperyalizme karşı mücadeleyi büyütemeyeceğini söylemektedir.

Tüm şiddetli saldırılara rağmen Kürt ulusal hareketi gücünü korumaktadır ve dinamiktir. Baskı ve tutuklamalara rağmen Kürt hareketinin parlamento gücü toplumsal desteğini korumakla birlikte “hep birlikte başaracağız” sloganıyla 24 Eylül’de TİP, EMEP, TÖP, EHP, SMF’den oluşan “Emek ve Özgürlük İttifakı”nın kurulmasında esas güçtür.

“Emek ve Özgürlük İttifakı” deklarasyonunda “cumhur ittifakı ve tek adam yönetimini sonlandırmak” acil görevi başa alınmıştır. Önüne, “Halkın koşullarını iyileştirmek, demokratik hak ve özgürlükler temelinde değişimin gerçekleştirilmesini sağlamak” hedefi konulmaktadır. Emek ve özgürlük ittifakı amaç ve sınıf içeriği bakımından reformcu, parlamento odaklı bir seçim ittifakıdır. AKP ile aranan “çözümü” CHP liderliğindeki “millet ittifakı” Türk burjuvazisinin siyasal temsilcilerinin 6’lı masa ittifakında bulmayı uman HDP’nin tutumu KUH’nin anayasal düzlemde kısmi düzenlemeler kapsamında Türk burjuvazisiyle uzlaşma arayışı stratejik çizgisine aykırı düşmüyor. Sosyal reformist partilerinde bu uzlaşmada kolaycılık rolü üstlenmeleri, parlamentoda bir kaç koktuk elde edip sınıf mücadelesini yozlaştırmada üstüne düşeni yapmaları da anlaşılır ama sosyalist, komünist iddialı örgütlerin “millet ittifakı”ndan demokratik açılımlar, uygun desteklenecek cumhurbaşkanı adayı gösterilmesi seviyesinde sistem içi savrulmaları esas dikkat çekicidir. Politikada reformculuğa savrulma oldumu işte böyle burjuvazinin yedeğine düşme durumuna gelinir. Cinsiyeti, ırkı, rengi ne olursa olsun burjuvazinin hiçbir siyasal temsilcisi, cumhurbaşkanı adayı sınıf bilinçli proletarya için, işçiler ve bütün emekçiler için “uygun aday”, “desteklenecek aday” kategorisinde değildir ve hiçbir zaman da olmayacaktır. 

Gerek öteden beri HDP çatısında ve çizgileri silikleşen ve iddia kaybına uğrayan, gerekse yeni kurulan ittifakta yer alan sosyalist iddialı örgütler ve sosyalist reformist-partiler seçim odaklı amaçlar bakımından kısa vadeli Kürt hareketi politikası yönünde işlevli görünse bile uzun vadede Kürt ulusal mücadelesinin ulaşması gerekli demokratik hedefler yönünden işlevli değildir. Çünkü iktidar hedefli sınıf mücadelesinden kopmuş bir sosyalist iddialı güçler platformu mücadeleyle kazanılacak demokrasiyi geliştiremez. Dolayısıyla Kürt hareketine de yük olmak dışında bir getirisi olmayacaktır. Ezilen Kürt ulusunun mücadelesini güçlendirecek kuvvet iktidar hedefli mücadelesinin gelişmesidir. 

Diğer bir ittifak ise komprador egemen Türk burjuvazi ideolojisinin adlandırılmış ifadesi Kemalizmin etkisi altında sosyal-şovenizm lekesi taşıyan TKP, TKH, Devrim Hareketi, ve Sol Parti tarafından 20 Ağustos’ta ilan edilen”Sosyalist Güç Birliği” ittifakıdır. “Sermaye egemenliği, gericilik ve emperyalizme karşı mücadele” gibi sloganlaştırılmış ifadeler merkeze alınıp “gericiliğe karşı mücadele” sloganıyla yola çıkıldığı açıklamasında anlaşılacağı üzere “cumhur ittifakı”na karşı CHP endeksli bir yol izlemektedirler. Burjuva muhalefete yedeklenen bu ittifakın M. Kemal hayranlığı, diğer ifadeyle sosyal şoven düşüncelerden kurtulamamaları onları HDP merkezli ittifaktan uzak durmalarını doğuran ana etkendir. Yoksa devrim hedefiyle ilgisi, ilişkisi kalmamış bu reformist-revizyonist partilerin ne emperyalizm ile ne sermaye ile bir derdi vardır. Siyasal, ekonomik söylemleri ile pratik tavırları, çizgileri uyumlu değildir. “Sosyalist Güç Birliği”de reformcu, parlamentarist bir seçim ittifakıdır. 

Mevcut durumda reformcu partiler iki farklı seçim ittifakında toplaşmasına karşı, farklı söylemlerle esasta aynı yönde burjuva muhalefetin etki ettiği eksende hareket etmektedirler. Bakış açıları sömürü sistemine dayalı kapitalist sınıf devleti diktatörlüğünü yıkmak ve yerine proletarya önderliğinde sosyalist düzeni kurmak hedefiyle değil, AKP-MHP yönetiminin sonlandırılmasıyla sınırlanmıştır. Bu bakış açısı her iki ittifakıda hükümet olduğunda emperyalizm ve sermayenin işlerini yürütme görevini tıpkı AKP gibi devralacak CHP liderliğindeki 6’lı masanın burjuva gerici bloğuna yakınlaştırmaktadır. Ortak nokta kapitalist düzene dokunulmaması ve AKP-MHP hükümetinin sonlandırılmasıdır. “Sosyalist Güç Birliği” ve “Emek ve Özgürlük İttifakı” sözcülerinin “destekleyeceğimiz aday” beklenti ve söylemleri özünde hitap ettikleri halk kitlelerine burjuva muhalefet bloğu cumhurbaşkanı adayını desteklemelerini anlatmakta zorlanmayacak aday arayışından başka bir anlamı bulunmuyor. AKP’nin zulmünden bıkan ve arayış içinde olan işçi sınıfı ve halk kitlelerinin “6’lı masa” burjuva kampına umut bağlamasına yardım eden her politika karşı-devrime hizmet eder, edecektir. Komünistler halk kitlelerini iki kötüden birini, kötünün iyisini tercih etmelerini öneremezler, aksine en kötüsünü baş hedefe koyarken, diğer kötü veya kötülere karşıda mücadelenin yürütülmesini elzem görürler. İşsizlik, baskı, faşist diktatörlük, ulusal baskı, yasaklar partiler sorunu değil, emperyalizm ve komprador kapitalist sistem sorunudur. Sineklerle değil bataklığın kurutulması için mücadele edilmesi ilkeseldir. 

Kitlelerin beklentileri burjuvazi tarafından karşılanamaz. Bu yerel değil evrensel bir olgudur. İşçi sınıfı nerede olursa olsun kendi bağımsız sınıf hattında ilerlemedikçe çıkarlarını güvenceye alamaz, demokrasiyi kazanamaz. Halk güçlerinin faşist diktatörlüğe karşı ortak mücadelede birleşmesi ancak işçi sınıfının iktidar hedefli bağımsız siyasal, politik çizgisiyle olanaklıdır. Marksist, Leninist, Maoist hareket nesnel devrimci şartları devrim lehine kullanmak, sermayenin mutlak egemenliği karşısında işçi sınıfımızın ayağa kalkması, bilinçlenmesi, birleşmesi ve savaşması doğrultusunda toplumsal gerçekleri açıklama, örgütlenmesini geliştirme yönünde teslimiyetini esas alan revizyonist savrulmaların aksine toplumsal hakikate sadık biçimde proleter devrim hedefli mücadelenin önümüzdeki süreçte güçleneceği bilincinde olarak karmaşık, şiddetli sosyal çelişmelerin bağrında daha zor görevlere hazır olmak gerektiği açıktık. Kararlılıkla mücadele edildikten sonra başarı kaçınılmazdır. Daha aktif, atılgan mücadele edelim. Politikada devrimci olmak bunu gerektirir. 

Yorumlar kapalı.

Uygulamayı Yükle

Uygulamamızı yükleyerek içeriklerimize daha hızlı ve kolay erişim sağlayabilirsiniz.

KAI ile Haber Hakkında Sohbet
Sohbet sistemi şu anda aktif değil. Lütfen daha sonra tekrar deneyin.